TÜRKİYE’NİN JEOPOLİTİK OLARAK ENERJİ ANLAŞMALARINDAKİ KONUMU
|
|
|
STAJ BİTİRME TEZİ
30 EYLÜL 2010
TÜRKİYE’NİN JEOPOLİTİK OLARAK ENERJİ
ANLAŞMALARINDAKİ
KONUMU
Hazırlayan: Peyman YÜKSEL
Ağustos
– Eylül Dönemi Stajyeri
Bir ülke düşünün ki, kuzey ve doğu
komşularında doğalgazda, güney komşu coğrafyalarında ise petrolde dünyanın en
büyük rezervleri olan ülkeler olsun ama kendi topraklarında bu doğal
zenginliklerden çok az miktarlarda bulunsun. Bir ülke düşünün ki, Soğuk Savaş
sonrası bir anda enerjide cazibe merkezi haline gelen bir bölgenin, dış dünyaya
açılımında, önemi artsın, ancak bu önemin kendisine ekonomik getirisinin ne
olacağını bir türlü kestiremesin. Hem müttefik konumunda olduğu devletlerle
ilişkilerini güvenli bir seviyede sürdürmesi, hem de tam merkezinde kaldığı
bölgedeki dengeleri koruması gereken bir arabulucu. Adeta hediyelik eşya dükkânına
girmiş bir fil gibi, ne tarafa hamle yapsa, bir şeyleri kıracağı düşüncesi ile
ufak adımlarla ilerleyen bir ülke. TÜRKİYE...
Dünya üretilebilir petrol ve
doğalgaz rezervlerinin yüzde 72’lik bölümü, Türkiye’nin yer aldığı coğrafyada,
yani Hazar Havzası, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri ile Rusya Federasyonu’nda
bulunuyor. Ülkemiz, aynı zamanda bu bölgelerle, Avrupa tüketicileri arasında
birçok projede yer alıyor ve/veya bu projelere de destek oluyor.
Bu çalışmanın amacı, II. Dünya
Savaşı ve özellikle Soğuk Savaş sonrasında, Avrasya ve Ortadoğu bölgelerinde
enerji alanındaki gelişmeleri, yapılan enerji anlaşmalarını ve ülkelerin aldığı
pozisyonlar bakımından Türkiye’nin konumunu, incelemektir. Burada en önemli iki
devlet, ABD ve Rusya ile olan dengeler ve AB enerji politikası, petrol,
doğalgaz ve nükleer enerji, ağırlıklı olarak ele alınacaktır.
Çalışmamızın başında
bir hususun doğru anlaşılması önem arz ediyor.
“Enerji Güvenliği=
Enerji Arz Güvenliği”. Yani, enerji kaynaklarının fiziksel açıdan kesintisiz
bir şekilde, ana üreticiden son kullanıcıya uygun ve kabul edilebilir
fiyatlarla ulaşmasıdır. Bölgesinde ve/veya küresel olarak enerji gücüne
hükmeden ülkelerin geliştirdiği ve uyguladığı politikalar ve stratejiler, o
bölgeyle bağlantılı her ülkenin enerji arz güvenliği denklemini etkiliyor. Türkiye’nin
enerji güvenliği konusundaki önemi, bu çalışmanın ana temasını oluşturuyor.
Soğuk Savaş Döneminde Bölgede Durum:
II.Dünya Savaşı’nın ardından hızla
artan teknolojik gereksinimler, şehirleşme, sanayileşmenin artması vb nedenler,
dünyada enerjiye olan talebi artırdı. Petrol ve doğalgazın yanında, nükleer
enerji de önem kazandı. 1945 yılında ABD’nin Japonya’ya attığı atom bombaları,
nükleer silahlanma yarışını başlattı. Aynı yıl SSCB, Çekoslavakya ile anlaşarak,
bütün uranyum madenlerinin kullanım hakkını satın aldı. 1946’da BM Atom Enerjisi Komisyonu,
Uluslararası Atom Enerji Ajansı’nın kurulmasını onayladı. ABD’nin ve Avrupa’nın
güvenliğini sağlamaya katkıda bulunmak, Almanya’nın da güçlenmesini desteklemek
için, SSCB’ni karşı cepheye alan, NATO Ortak Savunma Örgütü kuruldu. 1949
yılında da SSCB, Kazakistan bölgesi üzerinde ilk atom bombasını atarak denedi.
Hindistan ile İngiltere ve İsrail nükleer araştırmalar yapmaya, ABD, İngiltere
ve SSCB elektrik üretmek amacıyla nükleer güç santrallerini işletmeye başladılar.
1949 yılında, II. Dünya Savaşı’nı
kazanan ülkeler Almanya’yı Doğu ve Batı olmak üzere, ikiye böldüler. 1955’de
Batı Almanya NATO’ya girince, Doğu Almanya da 1956’da Varşova Paktı’na dâhil
oldu. O tarihten itibaren dünyada “Soğuk Savaş” kavramı kendini iyice
hissettirmeye başladı. Bu dönemde insanlarda “Nükleer Kıyamet” paranoyası
oluştu.
Avrupa ülkelerinin, enerji ile
ilgili ortak hareket etme politikaları da bu dönemde, yavaş yavaş oluşmaya
başladı. Batı Avrupa Devletleri 1951 yılında Kömür ve Çelik, 1957’de ise Avrupa
Atom Enerjisi Topluluğu “EURATOM”u oluşturdular. EURATOM’ nun amaçları, nükleer
güç için model bir pazar yaratmak, bunu Topluluğa üye ülkeler arasında dağıtmak
ve arta kalan enerjiyi, Topluluğa üye olmayan diğer ülkelere satmaktı. 1957’de
kurulan, Avrupa Ekonomik Topluluğu ( AET )’nin temelini oluşturan bu
topluluklar, Birliğin en önemli amacının, enerji konusunda ortak hareket etmek
olduğunun göstergesidir.
Avrupa’da bu birliktelikler
kurulurken, sanayileşme neticesinde artan enerji ihtiyacında petrolün önemi her
geçen gün yükselmeye başladı. Dünyanın en çok enerji tüketen bölgeleri olan
Amerika ve Avrupa kıtaları, kendi doğal kaynaklarının yanı sıra, enerji
ihtiyaçlarını daha çok Ortadoğu’dan sağlamaya çalışıyorlardı. 1920’li yıllardan
beri Ortadoğu’da petrolün varlığını keşfetmiş olan ABD ise petrol şirketleri
aracılığıyla, ayrıcalıklardan pay kapma yarışına girdi. 1957 yılında Başkan Eisenhower,
Süveyş Krizi’nin hemen ardından ilân ettiği doktrinle, bölgeye ekonomik ve
askerî yardım yapmanın yanı sıra, petrolün düşman
(SSCB) eline geçmesini önlemeyi,
hedef almıştır. “Barış İçin Atom Programı” dâhilinde İran ve ABD nükleer
enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılması için, 1957’de anlaşma imzaladılar.
1959’da ise Tahran Nükleer Araştırma Merkezi yapıldı. İlerleyen yıllarda da ABD,
İran’a nükleer enerji konusunda tam destek verdi.
Petrolün siyasallaşma sürecinde,
petrol fiyatlarının ucuz olduğu dönemlerde Yedi Kızkardeşler ( BP, Shell,
Exxon, Mobil, Socal, Gulf, Texaco ) diye de adlandırılan petrol şirketleri
fiyatı bilinçli bir şekilde ucuz tuttular. 1950’li yıllarda Avrupa ve diğer
bölgelerde, endüstride temel enerji kaynağı olan kömürün yerini almasını sağladılar.
Oysa, petrol fiyatlarının ucuz oluşu, üretici ülkeleri olumsuz etkilemekteydi.
1960 yılında, ABD ve Hollandalı
petrol şirketlerine karşı bir blok oluşturmak için, İran’ın öncülüğünde, Petrol İhraç Eden Ülkeler Topluluğu (OPEC)
kuruldu.
1950-1960 döneminde Türkiye’de de Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ( TPAO
), T.C. Petrol Dairesi, Başbakanlık Atom Enerjisi Komisyonu, Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu (TKİ)’nin
kuruluşu gerçekleştirildi.
1962 yılında Küba’da, Rus yapımı
nükleer füzeler bulundu ve dünya bir nükleer savaş için en yakın noktaya geldi.
İşin ilginç yanı, SSCB, Küba’dan füzelerini çekti, aynı tarihlerde ABD’nin de
Türkiye’de, yani Rusya’nın hemen yanı başında nükleer füzeleri olduğu ortaya çıktı.
Bu durum anlaşılınca, söz konusu füzeler de geri çekildi.
1963 yılında Türkiye’de Enerji Bakanlığı kuruldu.
Devam eden yıllarda Rusya’da olduğu
gibi tüm dünyada nükleer reaktör çalışmaları ve denemeleri, büyük kazalar
meydana gelmesine rağmen, devam etti.
1969’da SSCB ve ABD arasında
başlayan Nükleer Silahların
Sınırlandırılması (SALT ) görüşmeleri, 2.5 yıl sürdü ve 1972’de SALT I imzalandı.
OPEC’e üye ülkeler, 1973 yılında ABD’nin
Arap- İsrail savaşında İsrail’e destek vermesini protesto ederek, Suriye ve
Mısır’ın desteğiyle (OAPEC), İsrail’e destek veren bütün ülkelere petrol
ambargosu başlattılar. Petrol üretiminin düşürülüp, Batılı ülkelere ambargo
konmasıyla, bütün dünyada petrol fiyatları yüzde 70 arttı. Özellikle 1958-1972
yılları arasında, enerji güvenliği konusunda ortak bir hareket plânı
oluşturamamış AET ülkeleri, 1973 yılında yaşanan Petrol Krizi neticesinde,
ortak bir enerji politikasının önemini anladılar; ancak yine de beklenilen
hızda bir politika geliştiremediler. AET ülkeleri, İsrail’e destek vermeyen
İngiltere ve Fransa tarafında açıklama yapınca, ambargo kapsamından çıkarıldılar,
ancak fiyat artışlarından etkilendiler. Bu ülkelerin endişesi fiyat artışı
değil, petrolsüz kalmaktı. Zaten fiyat artışları, Batılı ülkeler tarafından bir
müddet sonra üretilen sanayi ve teknoloji ürünlerine yansıtıldı. Dünyada en çok
silah alımı yapan bölgedeki Ortadoğu ülkeleri, petrol paralarını Batı’nın
ürettiği bu ürünlere aktardı. Bu
dönemde ABD Devlet Başkanı Nixon Körfez bölgesi ile ilgili stratejiyi tamamen
değiştirince, İran, ABD için hayati önem kazandı. Amaç, SSCB’nin gücünü
azaltıp, İran Şahını kuvvetlendirmekti. Enerji güvenliği özellikle enerji
arzında güvenlik konusu, yeni yeni gündeme gelmeye başladı.
1973 Petrol Krizi, dünyada enerji
politikalarının dönüm noktası oldu. ABD’de ve Avrupa’da enerji tasarrufu önem
kazanırken, alternatif enerji kaynakları ( güneş, rüzgâr vb) araştırılmaya
başlandı. Avrupa’da kömür, doğalgaz ve nükleer enerji kullanımı arttı. ABD,
petrol krizinden zenginleşen İran’a, nükleer enerji yatırımı konusunda destek
oldu ve Avrupa ile ABD, İran nükleer enerji tesislerine yatırım yapmak için adeta
yarışır hale geldiler.
İran’ın petrol gelirleri olmasına
rağmen, ABD firmalarının nükleer enerjide daha büyük bir potansiyel görüp
yatırım yapması da ilginçtir. Hatta ve hatta iş o raddeye geldi ki, Nixon’dan
sonra göreve gelen ABD Devlet Başkanı Gerald Ford, nükleer yakıttan Plütonyumu Ayrıştırma
Merkezi satın alma ve çalıştırma anlaşması bile imzalamıştır. O dönemlerde
İran, ABD için nükleer bir tehdit oluşturmuyordu.
Türkiye, 1974 yılında, Avrupa
İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilâtı ( OECD ) çerçevesinde kurulan,
Milletlerarası Enerji Ajansı'na üye oldu. Ancak, özellikle 1974 Kıbrıs Barış
Harekâtı’nda, Türkiye’ye ambargo uygulayan ABD yüzünden, dış ticaretimiz kötü
yönde etkilendi. 1977’de Türkiye’de benzin kuyrukları oluştu. Bu dönemde, 1976
yılında Irak’la anlaşma yapıldı ve 35 milyon ton petrol taşıma kapasitesi olan Türkiye-Irak Yumurtalık Petrol Boru Hattı inşa
edildi. 1977’de Türkiye - Irak Ham Petrol Boru Hattı işletmeye açıldı. Türkiye’nin
1976-1980 dönemindeki ekonomik sıkıntılarda en büyük kalem, Irak, Libya ve İran
gibi petrol üreticisi ülkelere olan, petrol borçları olmuştur. ABD,
İran’la nükleer çalışmalara devam ederek 1978’de Nükleer Enerji Anlaşması imzalarken,
1979’da SSCB ile arasında SALT II (
nükleer silahsızlanma ) Anlaşması imzalandı.
1979 sonlarında SSCB’nin
Afganistan’ı işgali ve İran’da meydana gelen rejim değişikliği, ABD’nin
bölgedeki politikalarına yeni bir yön verdi. Devrimden sonra İran’da nükleer
çalışmalar uzunca bir süre durdu. İran
Devrimi, ikinci enerji krizine neden oldu ve Basra Körfezi’nden petrol
sevkiyatını büyük ölçüde engelledi. 1980 yılında başlayan İran-Irak Savaşı, 8
yıl sürdü. Bu savaşın ekonomik kayıpları, İran’a, masraflı bir yatırım olan
nükleer enerji çalışmalarına ara verdirdi. Petrol ve doğalgaz yatırımları
dururken, nükleer enerjiye yatırım yapmak, din adamları tarafından, istenmedi.
1981’de ABD Başkanı Ronald Reagan, Çevik Kuvvet’in en önemli işlevinin,
ABD’nin, Körfez bölgesindeki varlığını Moskova’nın tehdit etmesine ve İran’ı
bölerek veya işgal ederek burada bir Sovyet nüfusu oluşturmasına karşı, ABD’nin
ekonomik çıkarlarını ve petrol
ithalatını güvence altına almak olduğu belirtiliyordu.
İran’da Humeyni iktidarının işbaşına
gelmesiyle ABD, İran’la olan işbirliğini kaybetti. Humeyni, hem ABD aleyhtarı,
hem de bölgeye rejim ihraç etmeye çalışan bir liderdi. 1984 ‘de ABD’nin İran’ı
uluslararası terörizmi destekleyen devletler listesine almasıyla, ABD-İran
ilişkileri, günümüze kadar gelen bir gerginliğin adımını oluşturdu.
O yıllarda, Türkiye’de, doğalgazın,
sanayi ve şehir şebekelerinde kullanılmasına karar verildi. Daha önce
Kırklareli ve Mardin’de çıkartılan doğalgaz miktarları çok azdı. Bunun için
1984 yılında ilk defa, SSCB ile
anlaşma imzalandı. Rusya
Federasyonu-Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı ülkemize Türkiye-Bulgaristan
sınırındaki Malkoçlar’dan girmekte, Hamitabat, Ambarlı, İstanbul, İzmit, Bursa,
Eskişehir güzergâhını takip ederek, Ankara'ya ulaşmaktadır. İlk evsel doğalgazı
Ankara 1988’de kullanmaya başladı.
20. yüzyılın ilk büyük nükleer
kazası, Ukrayna’nın Kiev iline bağlı Çernobil bölgesinde, 26 Nisan 1986’da
meydana gelince, 28 kişi öldü. Bölgede meydana gelen nükleer riskten dolayı,
bugün bile bölgeye girişler polis denetiminde yapılmaktadır.
1984’de ve 1987’de Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı’nda 2. Boru Hattı ile, kapasite artırımına
gidildi ve yıllık 70.9 milyon ton petrol taşıma potansiyeli oluşturuldu.
Irak-İran Savaşı’nın 1988’de bitmesiyle
İran nükleer çalışmalarına hız verdi. Çünkü savaş sırasında bölgede bir güç
olmanın, nükleer silahlara sahip olmaktan geçtiğini anladı. Bu konuda da Rusya
ile işbirliğine gitti.
14 Nisan 1988’de Türkiye - Cezayir LNG ( sıvılaştırılmış
doğalgaz) Sevkiyatı anlaşması yapıldı.
3 Ekim 1990 tarihinde Berlin Duvarı
yıkılıp, Doğu ve Batı Almanya birleşince, Soğuk Savaş Dönemi de sona erdi. Aynı
yıl, üçüncü enerji krizi yaşandı. Irak, Kuveyt’i işgal edince Basra
Körfezi’nden petrol sevkiyatı yine aksadı. BM’in
Irak’a koyduğu ambargo kararıyla, Türkiye-Irak Petrol Boru Hattı kapandı.
Bu yıla kadar, Türkiye Petrolleri
Anonim Ortaklığı (TPAO), Boru Hatları İle Petrol Taşıma A.Ş. (BOTAŞ), Türkiye
Petrol Rafinerileri A.Ş. (TÜPRAŞ), Petrol Ofisi A.Ş. (POAŞ) ve Deniz
İşletmeciliği ve Tankerciliği A.Ş.(DİTAŞ) tarafından yapılan petrol faaliyetleri,
özelleştirmenin önünü açan yasa ile yön değiştirdi. Kamu ağırlığının
azaltılmasına çalışıldı. Devlet, fiyat düzenleyici özelliğinden uzaklaşarak,
petrol alanındaki özelleştirme çalışmalarının alt yapısını oluşturmaya başladı.
Sovyet Rusya’nın Hazar Denizi’nin
güneyi haricindeki toprakları elde etmesiyle birlikte, 1920’li yıllarda, Hazar
Denizi ve çevresindeki bölgenin enerji kaynakları dış dünyaya kapanmıştı.
Yetmiş yıl boyunca da bu bölgeden elde edilen enerji kaynakları, Sovyet
Rusya’nın en önemli gelir kalemini oluşturmuştu. SSCB, Soğuk Savaş sürecinde
ABD'nin karşısındaki dengeleyici güç konumunda idi. 1985 yılında Gorbaçov'un
iktidarı sırasında başlayan “Glasnost” (açıklık politikası) ve “Perestroyka”
(devletin yeniden yapılanması) ile başlayıp, 6 yıl süren reformların ardından,
1991 yılının sonunda, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği resmen dağıldı ve Birliğe
bağlı ülkeler, bağımsızlıklarını ilân ettiler.
Soğuk
Savaş Sonrası Ortaya Çıkan Tablo:
Avrupa’da 1991 yılının sonunda, dünyanın en
geniş topraklarına sahip ülkesinin bir anda dağılması, Avrasya’nın ortasında
kocaman bir boşluk yarattı. Tüm plânlarını mevcut duruma göre ayarlamış olan
ABD’nin, halen güçlü nükleer silahları
olan dağılmış bu devletten sonra oluşacak tabloda yeni bir düzen kurması
gerekiyordu. Avrupa ülkeleri ise, uzun zamandır ve yoğun olarak doğalgaz
kullanıyor, Soğuk Savaş dönemimde bile bunu SSCB’den alıyordu. Dünyanın en
zengin petrol ve doğalgaz rezervlerinin bulunduğu Ortadoğu, Orta Asya ve
Kafkaslar’a jeolojik yakınlığı nedeniyle Türkiye enerji güzergâhı konusunda,
hem jeostratejik hem de jeopolitik anlamda önemli bir konuma yükseldi. Ancak,
Türkiye’nin bu duruma hazırlıklı olarak yakalandığı söylenemez. Kendi iradesi
dışında ortaya çıkan bu yeni durumda Türkiye, eğer enerjide doğru hamleleri
yaparsa, en yüksek getiriyi elde edecek, ancak, fırsatları iyi değerlendirmez
ve öngörülerini doğru yapamazsa da, tarihî fırsatı kaçırmış olacaktı.
SSCB’nin dağılmasının ardından
Basra Körfezi’ne alternatif olarak görünen Hazar Havzası petrol ve doğalgaz
kaynakları, enerji ihtiyacı artan dünya devletlerinin pay kapma hedefine maruz
kaldılar. Önce bu kaynakları kendi ülkelerinin ekonomik çıkarları için
kullanmak ve refahı artırmak isteyen Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan,
bunun çok da kolay olmadığını, kısa sürede anladılar. Çünkü Sovyet Rusya, bu
bölgedeki cumhuriyetlerin hiçbirisine yatırım yapmamıştı. Yeterli teknik
donanım ve maddi imkânları olmayan devletler, kaynakların çıkarılması ve
transferi için, yabancı yatırımcılarla işbirliği yapma yolunu tercih etmek
zorunda kaldılar. Bu ortaklıklarda en önemli konu, enerji arz güvenliği
olmuştur. Bölgedeki enerji kaynaklarının temini, boru hatlarının inşası, güzergâhı,
depolanması ve Batı’ya aktarılmasında, dikkat edilmesi gereken en can alıcı
noktanın, güvenlik olduğu anlaşılmıştır.
Dağılma sürecinden sonra, her ne
kadar Rusya’nın Basra Körfezi’ne inişinin önü kapanmış gibi görünse de, ABD
hiçbir zaman Körfez’in önemine karşı olan tutumunu değiştirmedi. Rusya bir de
bu yıllarda Çeçenistan’la sorunlar yaşayınca, Bakü- Novorossisk Petrol Boru Hattı’nın
güvenliği tehlikeye girdi. Hazar Denizi üzerindeki hâkimiyetini kaybeden Rusya,
bir de bağımsızlığını ilan eden ülkeler üzerinde eski hâkimiyetini koruma
çabasına girdi.
Hazar Havzası ile ilgili olarak da,
bölgedeki ülkeler arasında bir anlaşmazlık çıktı. Daha önce Hazar’la ilgili
kararları sadece SSCB ve İran veriyordu. Hazar’ın paylaşımı ile ilgili,
aralarında anlaşmalar vardı. Ancak SSCB’nin dağılmasından sonra Hazar’a kıyısı
olan devlet sayısı, Kazakistan, Azerbaycan ve Türkmenistan’ın ilavesi ile 5’e
çıktı. Bu devletler arasında Hazar’ın deniz mi göl mü, olduğu tartışmaları
başladı. Daha önce Hazar’ı, yaptıkları anlaşmalarda, “deniz” olarak tanımlayan
Rusya ve İran, “göl” olduğunu ve kaynakların eşit paylaşılması gerektiğini
savunmaya başladılar. Azerbaycan ve Kazakistan ise, Hazar’ın deniz olduğunu
savunuyorlardı.
Bu yıllarda Türkiye’nin bölgeye
yönelmesini sağlayacak gelişmeler yaşandı. 1992 yılında Arap-İsrail Barışı
sağlandı. 1993’de imzalanan Oslo Barış anlaşmasından sonra ABD Yahudi
lobisinden Türkiye’ye, “İsrail ile yakınlaşın” mesajı geldi. Bunun sonucunda 90’lı
yılların ortalarında İsrail-Türkiye ilişkileri ısındı. İsrail ve ABD’nin amacı,
SSCB’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan cumhuriyetlerle Türkiye’nin, birlikte
hareket etmesini sağlamak ve bu birlikteliği İran’a karşı kullanmaktı. Bunu
yapmanın yolu da enerji anlaşmalarından
geçiyordu.
Oysa İran, bu süreçte nükleer enerji gücünü artırmış, birçok ülke ile işbirliği
anlaşmaları yaparak, 20’den fazla nükleer tesise sahip olmuştu.
Türk Hükümeti, doğalgazda Rusya’ya
bağımlı olmaktan kurtulmak için, bir yandan Nijerya ile 22 yıllık LNG
anlaşmasını 1995’de imzalarken, diğer yandan, başta İran olmak üzere, doğudaki
kaynaklardan da doğalgazı, boru hattı ile Türkiye’ye getirmeye karar verdi. Bunun
için de 12 Ağustos 1996 tarihinde, İran ile Türkiye arasında Tahran’da Doğalgaz
Alım-Satım Anlaşması imzalandı. Doğu
Anadolu Doğalgaz Ana İletim Hattı, Doğubayazıt’tan başlayıp, Erzurum, Sivas
ve Kayseri üzerinden Ankara’ya uzanmakta, bir branşman da Kayseri, Konya
üzerinden Seydişehir’e ulaşmaktadır. Aynı yıl, Irak’la da doğalgaz projesi
başladı ve ilerleyen dönemlerde çeşitli görüşmeler yapıldı. Ancak özellikle
Körfez Savaşı’ndan sonra bölgede yaşanan kaos ortamı, BM’in yaptırım kararları,
bu projenin askıya alınmasına neden oldu. Fakat, 1996 yılında, daha önce konmuş
olan, BM ambargo kararı kaldırılınca Türkiye-Irak
Petrol Boru Hattı az kapasiteyle de olsa çalışmaya başladı.
BOTAŞ tarafından, Rusya
Federasyonu'ndan alınacak 16 Milyar m3 ilave doğalgazın Karadeniz üzerinden
Türkiye'ye taşınabilmesi amacıyla, 15 Aralık 1997'de Rusya Federasyonu ile 25
yıl süreli bir doğalgaz alım-satım anlaşması imzalandı. Rusya Federasyonu-Karadeniz-Türkiye (Mavi Akım) Doğalgaz Boru Hattı; Rusya
topraklarında, Karadeniz geçişli olarak ve Türkiye topraklarında ise
Samsun-Ankara arasında Boru Hattı Sistemi, olmak üzere üç ana bölümden
oluşmaktadır. Mavi Akım Projesi olarak da bilinen bu boru hattı, Türkiye
topraklarında, Samsun'dan başlayarak Amasya, Çorum, Kırıkkale üzerinden
Ankara'ya ulaşmaktadır. Aynı gün Rusya-Türkiye arasında Enerji Alanında İşbirliği Anlaşması da imzalandı. Rusya, bu proje
ile Türkiye’nin Türkmenistan’la 29 Ekim 1998 tarihinde imzalayacağı, Hazar
Geçişli Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Doğalgaz Boru Hattı Projesi’nin de önünü
kesmiş oldu. Türkmenistan’la yapılan anlaşmaların devam etmesine, gereken tüm
adımların atılmış olmasına rağmen, bu proje hayata geçmemiştir.
1998 yılından itibaren, özellikle
IMF ve Dünya Bankası’na sunulan raporlarda ve iyiniyet mektuplarında, TÜPRAŞ ve
POAŞ’la ilgili özelleştirme çalışmalarının hızlandığı gözlemlenebilir.
Şubat 1998’de Rusya ile Batı Hattı’ndan 23 yıllık doğalgaz
alımı anlaşması yapıldı.
1999 yılında, uzun zamandır
üzerinde konuşulan ancak bir türlü hayata geçirilemeyen Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı (BTC) anlaşması imzalandı.
İstanbul’da yapılan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’nda, Türkmenistan-Azerbaycan-Gürcistan-Kazakistan
ve Türkiye liderleri, ABD Devlet Başkanı Bill Clinton şahitliğinde, BTC Anlaşmasına imza atmışlardır. Aynı
konferansta, Azerbaycan’a ait Şahdeniz Bölgesi’nden Erzurum’a uzanacak bir
doğalgaz boru hattı için de anlaşmaya varıldı.
Bu projeyle Hazar Denizi, Ortadoğu ve Türkiye'ye komşu kaynaklardan sağlanacak
doğalgazın, Rusya’nın etkisinden kurtularak, Avrupa'ya taşınması planlandı.
2000 yıl içinde POAŞ’ın yüzde
51’lik hissesi özelleştirilerek, o tarihe kadarki en önemli özelleştirme
yapılmış oldu.
Mart 2001’de Azerbaycan’la 15
yıllık gaz alım anlaşması imzalanırken, Mayıs 2001’de İran’dan ilk gaz alımı
gerçekleştirildi.
11 Eylül 2001 tarihinde, dünya,
ABD’ye yapılan terör saldırıları ile sarsıldı. Afganistan’da El-Kaide
militanlarının varlığı, ABD’yi, bu bölgenin enerji güvenliği riski açısından,
önlem almaya yöneltti. Özellikle bu bölgedeki terör faaliyetlerinden sonra, Batı’nın
Kafkasya’daki enerji kaynaklarına ulaşmada yaşayacağı zorluklar, önem kazandı.
Mavi
Akım Boru Hattı’nın yapım çalışmaları tamamlanmış ve
20 Ekim 2002 tarihinde Samsun-Durusu Ölçüm İstasyonu’nda düzenlenen "Altın
Kaynak" töreni ile Karadeniz'den gelen boru hattı Samsun'daki hat ile
birleştirilmiştir. Gerekli test işlemlerinin tamamlanmasının ardından 20 Şubat
2003 tarihinde Sistem devreye alınıp Rusya'dan gaz sevkiyatına başlandı.
|
İran’da rejime muhalif Halkın
Mücahitleri Örgütü’nün ABD’deki siyasal kanadı olan Ulusal Direniş Konseyi,
2002 yılında bir basın açıklaması yaparak, İran’ın uranyum zenginleştirme
tesislerinin varlığını ortaya koydu. Bu açıklama dünyada büyük yankı bulurken,
bu bölgeye olan dikkati de artırdı. Bölgeye BM inceleme amaçlı gidince, İran
hükümeti de, Natanz nükleer tesislerinin varlığını inkâr edemedi.
2002 yılında BOTAŞ’ın da
ortağı olacağı, Nabucco adlı bir proje için adım atıldı. 4 bin km’lik doğalgaz boru
hattının 3300 km’lik bölümü Türkiye’den geçmesi plânlandı. Gürcistan ve
Irak’tan gelecek 2 ikmâl hattının Türkiye’de birleşerek, Bulgaristan, Romanya
ve Macaristan üzerinden Avusturya’ya ulaşması düşünüldü. Bir başka seçenek de
BOTAŞ’ın taşımacılık kapasitesinin kiralanarak, projeye Ankara Ahiboz’dan
başlamaktı. Projeye Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Avusturya, BOTAŞ’la
eşit hissede ortak oldular. |
|
|
*
2003’de, ABD’nin Irak’a müdahalesi ile,
Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı işletime kapatıldı.
Aynı yıl Yunanistan ile ilk defa doğalgazın ihracatı için, 15 yıllık bir
anlaşma yapıldı.
*
İran, ABD’nin ve Uluslararası Atom Enerjisi
Kurumu’nun (IAEA) baskılardan sonra 2003 den itibaren nükleer çalışmaları
bıraktığını ilan ederken, 17 Kasım 2004’de Rusya Devlet Başkanı Viladimir
Putin, dünyada başka hiçbir ülkede var olmayan bir atom bombası imâl
ettiklerini bildirdi. Türkiye ise Mısır’la Mart 2004’de, doğalgaz boru hattı
geliştirme projesine imza attı. Proje ile ileride Suriye’nin de katılımıyla,
Türkiye üzerinden Avrupa’ya gaz ihracı amaçlandı.
*
28 Haziran 2005’de, Nabucco Projesi’nin hayata geçirilmesi için, Ortak Girişim
Anlaşması adı altında bir anlaşma imzalandı. Proje Katılımcısı şirketler
tarafından, Nabucco Gas Pipeline International GmbH adlı bir şirket Viyana’da
kuruldu. Aynı yıl Haziran ayı içinde, Yunanistan-Türkiye
Doğalgaz Hattı yapımına başlandı.
* 12 Eylül 2005 tarihinde,
Avrupa’nın en büyük 7. Rafinerisi olan TÜPRAŞ, özelleştirildi.
* 13 Temmuz 2006’da Bakü- Tiflis-Ceyhan Boru Hattı hizmete
girerken, Azeri petrolü Ceyhan’a ulaştı. Aynı yıl Bakü-Tiflis-Erzurum Petrol
Boru Hattı da devreye alınıp Azeri doğalgazı da Erzurum’a ulaştı. Temmuz
2006’da Rusya Federasyonu Başkanı Putin, İtalya Başbakanı Berlusconi ve Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan’ın katılımları ile Mavi Akım Doğal Gaz Boru Hattı’nın resmi açılışı yapıldı. Aynı yıl,
İran’ın nükleer çalışmaları bırakmadığı, tam aksine devam ettiği ortaya çıktı.
ABD ve İsrail tehditlerinin yanı sıra bölgede Hindistan ve Pakistan’ın da
nükleer güce sahip olması, İran’ın nükleer çalışmalarını artırmasına neden oldu.
* AB üyesi ülkeler, 2007 yılında,
yeni enerji ve çevre politikası kapsamında, Avrupa Konseyi tarafından onaylanan
‘20-20-20’ olarak adlandırılan yeni bir inisiyatif aldılar. Bununla 2020
yılında, AB üyesi ülkeler, enerji tüketiminde yüzde 20 tasarruf, sera gazı
salınımlarında yüzde 20 gerileme ve yenilenebilir enerji kaynaklarının yüzde
8.5 olan oranını da yüzde 20’ye çıkartmayı planladılar.
* Mart 2007’de Bakü-Tiflis-Erzurum (Şahdeniz) Doğal Gaz Boru Hattı tamamlandı. 15
Temmuz 2007’de Türk-İran Doğalgaz
İşbirliği Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile Türkiye’ye doğalgaz tesislerini
işletmek ve satışını yapma konusunda yetki verildi. Anlaşma, tamamen durma
noktasına gelmiş olan İran doğalgaz işletmeciliğini ve kendisine konan ambargo
konusunda da, İran’ı büyük ölçüde rahatlatırken, AB’nin enerji koridorlarını
çeşitlendirme kapsamında da önemlidir. 24 Ekim 2007’de İsrail-Türkiye arasında Med Stream yani Akdeniz Akımı doğalgaz anlaşması imzalandı.
Fakat ilerleyen dönemde, İsrail’in kendisine 100 yıl yetecek kadar doğalgaz
bulması, Türkiye ile yaşanan sıkıntılar ve İsrail’de hükümet değişikliği,
projenin askıya alınmasına neden oldu.
Şahdeniz doğalgazını Avrupa'ya
taşıyacak hattın ilk ayağı olan, Türkiye-Yunanistan Doğalgaz Boru Hattı, 18
Kasım 2007’de tamamlandı. Avrupa'nın doğalgaz arz güvenliğini sağlayacak
projelerden biri olan Interstate Oil and Gas Transport To Europe (INOGATE) kapsamında yapılan proje, 3
bölümden oluşmaktadır. Türkiye'deki 193 km’lik kara ve 17 km’lik Marmara Denizi
geçişine 210 km’ye ek olarak Yunanistan'daki 86,5 km’lik kısım ve
Türkiye-Yunanistan tarafının ortak sorumluğunda olan, 420 metrelik Meriç Nehri
geçişi ile birlikte toplam 297 km’lik boru hattı. Bu hatla, ilk doğal gazın
Yunanistan'a ve dolayısıyla Avrupa sınırlarına verilecek olması da önemlidir.
* 2008’de Alman doğalgaz şirketinin
Nabucco Projesi’ne eşit hissedar
olarak girmesi, projeye destek anlamında önemli olmuştur.13 Temmuz 2009
tarihinde Ankara’da Nabucco Projesi
resmen imzalandı. Nabucco, Rusya’dan gaz alımına alternatif olması amacıyla AB
ve ABD tarafından desteklenen bir projedir. Ancak son dönemlerde özellikle
Rusya’nın Türkmenistan ve Kazakistan’dan büyük miktarlarda gaz alımı
anlaşmaları yapması nedeniyle belirsizlik kazandı. İran’a uygulanan ambargo da,
hattın verimliliği açısından, engeldir. Ancak şimdilik Irak ve Azerbaycan’dan
gelen 10’ar milyar metreküplük doğalgaz projenin gerçekleşmesi için yeterli
görünüyor. İlerleyen dönemlerde ilave olarak, Türkmenistan ve Mısır, Katar,
Suriye ve hatta Rusya’dan da gaz alımı yapılabilir.
* 15 Mayıs 2009’da Rusya’da Güney Akım Projesi’nin hatları için karar
alındı. Rusya’nın Nabucco’ya alternatif olarak düşündüğü ve önderliğini yaptığı
projenin amacı, Kafkas doğalgazının Karadeniz’in altından Balkanlar’a oradan da
Avrupa’ya aktarılmasıdır. Bulgaristan’da ikiye ayrılacak hatlardan birisi
Yunanistan ve İtalya’ya, diğer hat ise Sırbistan, Macaristan, Avusturya’ya
uzanacaktır.
|
* Doğalgaz konusunda Ukrayna ile
problem yaşayan Türkiye yeni arayışlara girdi ve 2009 yılında Cezayir’den
sıvılaştırılmış doğalgaz alımına başlandı.
* 13 Nisan 2010’da, Bükreş’te
Azerbaycan- Gürcistan- Romanya ( AGRI
) arasında ortak bir doğalgaz projesine imza atıldı.
* 12 Mayıs 2010’da Rusya-Türkiye arasında Akkuyu sahasında bir nükleer güç santrali tesisi ve
işletilmesi için bir anlaşma imzalandı.
*
17 Mayıs 2010 tarihinde, Batı tarafından nükleer silah geliştirdiğine
inanılan İran, Türkiye ve Brezilya ile anlaşarak, nükleer takas anlaşması imzaladı.
Tesislerini denetimcilere açmayan ve nükleer silah geliştirdiği yönünde şüphe
oluşturan İran, uzun zamandır Batı’yı oyalama taktiğini kullanmaktaydı. Gelinen
en son noktada İran, 1200 kg düşük zenginlikteki uranyumu, Türkiye üzerinden
Avrupa’ya göndermeye ikna olmuş görünmektedir. Uranyumu ABD veya Fransa’nın
zenginleştirmesi düşünülmektedir. Zenginleştirilen uranyum, Türkiye üzerinden
İran’a aktarılacaktır.
* 7 Haziran 2010 tarihinde
Azerbaycan’la, “Şahdeniz I
Anlaşması”, imzalandı. Bu anlaşma ile Azeri doğalgazı Bakü-Tiflis-Erzurum Boru Hattı üzerinden Gürcistan ve Türkiye’ye
ihraç edilecektir.
* 9 Haziran 2010’da Türkiye,
İsrail’in Mayıs ayında Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara gemisine saldırıp 9
Türk vatandaşını öldürmesinin ardından, Mavi
Akım II Projesi’nden İsrail’i tamamen çıkarttığını açıkladı. Rusya Devlet
Başkanı Vladimir Putin, Türkiye Başbakanı R.Tayyip Erdoğan’a destek olarak, Mavi Akım II Projesi hattının şimdilik
uzatılmayacağını belirtti. Bu proje ile sadece İsrail’e değil, Suriye ve
Lübnan’a da doğalgaz aktarılması düşünülmekteydi.
* 14 Eylül 2010’da Bakü’de, AGRI ( Azerbaycan- Gürcistan – Romanya
Interconnection ) projesi, atılan imzalarla yürürlüğe girdi. Bu önemli proje
ile Azeri doğalgazı mevcut boru hatlarıyla Gürcistan’a aktarılıp, LNG
yöntemiyle orada sıvılaştırılacak ve özel tankerlerle Karadeniz üzerinden Romanya’ya
ulaştırılacaktır. Projeden Romanya, Macaristan, Avusturya ve birçok AB ülkesi
faydalanacaktır.
* 20 Eylül 2010 tarihinde ABD’nin
Irak’tan askeri olarak çekilmesinin ardından, Irak’ın ilk büyük uluslararası
enerji anlaşması, Türkiye ile yapıldı. Anlaşmayla, yıllık 70 milyon tonluk Irak
petrolü Kerkük- Yumurtalık Ham Petrol Boru Hattı üzerinden, 15 yıl
süreyle Ceyhan’a aktarılması planlanıyor.
Bu hafta içinde yapılması planlanan
Karadeniz Enerji ve Ekonomik Forumu, ABD’nin bölgede yeni bir enerji programını
uygulamaya alacağını açıklamasından dolayı çok önemli görülmektedir.
Karadeniz’e kıyısı olmamasına rağmen Irak ve Afganistan’ın da toplantıya davet
edilmesi, Batı’nın Rusya’ya bağımlılığının azaltılması konuları, dikkat
çekicidir.
Enerji
Anlaşmalarında Son Durum:
Nabuccu
Projesi’nde en büyük sorun, gaz temini.
Azerbaycan’dan alınacak doğalgaz yeterli değil. Bu durumda Şah Deniz Projesi’nin ikinci aşamasının tamamlanması beklenecek.
Güney
Akım Projesi’nde ise Rusya’nın bu projeye gereken
doğalgazı nereden bulacağının belirlenmediği ve fizibilite raporlarının
hazırlanmadığı söyleniyor.
AB’nin Güney Akım Projesi’ne fazla destek vermediği, finans kaynağı
bulmada zorlanıldığı, bu projenin Rusya tarafından bir tehdit olarak ortaya
atıldığı, öne sürülüyor. Yani, Rusya, Ukrayna’ya, gerekirse “seni devre dışı
bırakabilirim” derken diğer yandan da kendisini devre dışı bırakan Nabucco Projesi’nin gereksizliğini öne
sürüyor.
Kerkük-Yumurtalık
Petrol Boru Hattı’nda, Türkiye-Irak Hükümetleri
arasında geçtiğimiz haftalarda imzalanan anlaşmada, gizlilik nedeniyle
açıklanmayan bir bölüm ortaya çıktı. Buna göre petrol ihracında, Kuzey Irak’ın
devre dışı bırakıldığı anlaşılıyor. Bu durumun ileride sorun yaratabileceği öne
sürülerek, Kuzey Irak’ın ekonomisini etkileyecek anlaşmalarda, Türk
Hükümeti’nin her zaman dikkatli adımlar atması, öneriliyor.
Türkiye-İran-
Brezilya arasında imzalanan Uranyum Takası
anlaşması Batı’yı henüz memnun etmemiş görünüyor. BM’in bölgede yaptığı son
incelemeler sonucu yayınladığı raporda, İran’ın elinde düşük oranda
zenginleştirilmiş 2.8 ton uranyum bulunduğu açıklandı. Bu malzemenin yüzde 90
oranında zenginleştirilmesi halinde, 2 adet atom bombası yapılabileceği,
bildiriliyor.
AGRI
Projesi ile Azerbaycan, bir anlamda Türkiye ve
Rusya’yı atlatarak, farklı bir güzergâh çizmeyi deniyor. Çok kısa sürede
imzalanan anlaşma, hem Türkiye’nin hem de Rusya’nın enerji politikalarını
etkilemesi anlamında önemli görülüyor. Azerbaycan gaz arzını etkileyeceği için
de Nabucco Projesi’ne zarar
verebileceği düşünülüyor.
Türkiye
Fırsatları İyi Değerlendiriyor mu?
Türkiye, devreye giren BTC Projesi
ve inşaatı devam eden Şahdeniz Projeleri‘yle birlikte Doğu-Batı Enerji Koridoru
olma yönünde, hızla ilerliyor. Türkiye-Yunanistan-İtalya Doğalgaz Boru Hattı,
Nabucco, Mısır-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı ve Irak-Türkiye Doğalgaz
projeleriyle yakın gelecekte ülkemiz, Doğu-Batı Enerji Koridoru olmasının
yanında, Güney-Kuzey Enerji Koridoru olmaya aday, Avrupa ülkelerini gaz
krizinden kurtaracak, kilit ülke konumuna gelecektir.
Şayet Türkiye, Mavi Akım 1 ve Mavi
Akım 2, İran, Azerbaycan ve Irak doğalgazını, Nabucco ve Med Stream ile
birleştirebilseydi, Avrupalıların doğalgazı, Türkiye’nin elinde olacaktı.
Ancak, buna ne AB, ne de ABD şimdilik izin vermemiş görünüyorlar. İlerleyen
dönemde, şartlar ne getirir, bilinmez.
Türkiye-AB enerji güvenliği
konularının tartışılması için, AB katılım müzakerelerinde enerji faslının
açılması gerekiyor. Türkiye’de şu anda birçok Avrupa ülkesinde bulunmayan
enerji işletmeleri bulunuyor. AB ile enerji tedariki, finansmanı ve altyapı
konularında konuşup da, AB katılım müzakerelerinde enerji faslının açılmaması,
kabul edilebilir bir durum değildir.
Avrupa’nın hala bütünleşmiş bir
enerji politikası yokken ve Obama yönetiminin de Afganistan-Pakistan-Irak
ekseninde yoğunlaştığı, alternatif enerjilere yönelmiş göründüğü şu dönemde,
Türkiye bu fırsatı çok iyi değerlendirebilir. Fakat Türkiye’nin özellikle
Nabucco projesinde işi zora sokması, Hazar Şahdeniz projesinde gecikme
yaşanmasına neden oldu. Nabucco’nun gerçekleştirilebilirliği azaltılıp,
Rusya’nın bölgesel önemini artırıldı. Türkiye’nin tutumu, bu hat için Azeri gazı yanında, Rus ve
İran gazının alınması yönünde bir değişikliğe işaret edince, bu durum ABD’nin
dikkatinden kaçmadı.
AB’ne giriş sürecinde Türkiye,
enerjide potansiyel olarak büyüme gösteren bir ülkedir. Kişi başına düşen araç
sayısı henüz azdır. İleride bu oranların ve petrol ürünlerine olan talebin de,
bu yönde artacağı düşünülmektedir. Yerli ve yabancı firmaların ülkemizdeki
petrol rafinerilerine, taşımacılık ve pazarlama işlerine olan talebinde, bu
hususlar da göz önüne alınmalıdır. Ayrıca Türkiye, dünyanın ham petrol
alanındaki üreticisi olma konusunda en önemli bölgelerinden, Ortadoğu ve Orta
Asya’daki kaynaklara da yakındır. Yani, ülkemizdeki kurulu tesisler, bu
kaynakların aktarımı için önemlidir. Bu yüzden özelleştirmeler yapılırken
ileride sağlanacak faydalar yani kamu yararı göz önüne alınmalıdır.
Petrol, doğalgaz, elektrik ve LPG
piyasalarının tek bir çatı altında toplanması da işleri kolaylaştıracağı yerde,
zorlaştırmıştır. Enerji Piyasası Üst Kurulu uygulamaları, prosedürleri
artırmış, hızı yavaşlatarak yatırımcı iş adamlarının şikâyetlerine neden
olmuştur. Türkiye’deki üniversitelerde, “enerji hukuku” bölümleri açılmalıdır. Konu
ile ilgili ortaya çıkan davalarla ilgili olarak bu yüzyılın en önemli
konularından birisi, enerji hukuku olacaktır.
Alternatif enerji kaynaklarından
rüzgâr enerjisi için, 1997’de ilk santrallerini kuran Türkiye, aradan 10 yıldan
fazla zaman geçmesine rağmen yeterli üretime geçememiştir. AB’nde bu konuda
oldukça ilerlemeler kaydedilirken, Türkiye’nin çok düşük seviyede üretim
yapması kabul edilemez. Hidroelektrik santrallerinde (HES) ise lisansları
alınan projelerin yüzde 75’i beklemektedir. Aynı durum rüzgâr enerjisi içinde
de geçerlidir. Yani, verilen lisanslarla piyasasının yönetilmesi arasında
sorunlar vardır. Türkiye, uzun zamandır nükleer enerji santrali için
uğraşmasına rağmen, bunu bir türlü gerçekleştirememiştir.
Türkiye’nin 2030 yılında enerji ihtiyacı yüzde 160 artacak ve dışa bağımlılık
oranı da yüzde 80 olacaktır. Bu durumda nükleer enerji, enerji açığını kapatma
konusunda, vazgeçilmez görünmektedir.
Ülkemiz, enerji taşıma ve depolama
alanlarında yatırım olanakları ile bölgesinde jeostratejik enerji merkezi
olmaya adaydır. Bugüne kadar ihmal ettiği doğalgaz depolaması konusunda daha
fazla erteleme yapmaması çok önemlidir. Doğalgazda bu kadar dışa bağımlıyken
depolama konusundaki zafiyet, tedarikçi ülkelerin üzerimizde baskı kurması için
adeta açık kart vermektir.
Türkiye’nin bir yandan İran’la anlaşmalar
yapması ve İran’ın Rusya ve ABD nezdindeki konumu, diğer yandan Azerbaycan’la
yapılan anlaşmalar ve Ermenistan’la girilen normalleşme süreci önemlidir.
Ermenistan ve Azerbaycan arasında yaşanan sıkıntılar bizim de ilişkilerimize
yansıyor. Gürcistan’da Rusya ile yaşanan sorunlara Türkiye de müdahil oluyor.
Türki devletlerle olan ilişkilerimizin gelişmesi için çaba sarf edilip Türkçe
Konuşan Ülkeler Zirvesi yapılıyor. Ancak, bu yöndeki gelişmeler de, çok yavaş
ilerliyor.
Bu arada Türkiye İsrail’le de sorun yaşamaktadır. Oysa, ABD ve İsrail’in
isteği, Türkiye’nin uzun vadede bu ülkelerle yeni ortaya çıkan Türki devletler
arasında, enerji koridoru olmasıdır.
Değerlendirme:
II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya ekonomisi 7
kat büyüdü. Dünya nüfusunun yüzde 20’si, dünya enerji kaynaklarının yüzde
80’ini kullanmaya başladı. “Zengin” ve “fakir” olarak dünya ikiye ayrıldı.
Zengin dünya yani yüzde 20, dünya enerji kaynaklarının da yüzde 80’ini, kalan
yüzde 80 de yine arta kalan yüzde 20’yi kullanmaya başladı. Ne kadar enerji
tüketiyorsunuz, sorusu aslında ne kadar zenginsiniz, sorusunu sormak, demektir.
Bütün bu tarihsel süreç
çerçevesinde Türkiye’nin bölgedeki konumu ve yapılan anlaşmaların getirileri,
riskleri ve sürdürülebilirlikleri değişkenlik gösterdi. Çünkü bölgede, her
ülkenin birbiri ile olan kültürel, ekonomik ve tarihsel bağları ya da çıkar
çatışmaları var. Bir de bunlara ABD etkisi yansıdığında, atılacak her adım için
bir değil, bin bir defa düşünmek lazım. Türk dış politikası hiç bu kadar önemli
olmamıştı, diyebiliriz.
Türkiye, sadece ekonomik kalkınması
için değil, dış politikada artan stratejik önemi için de doğru hamleleri yapmak
zorundadır.
Özellikle son 20 yılda önemi artan
Hazar Havzası’ndan elde edilen enerji kaynaklarının, Batı piyasalarına
transferinde güvenlik, fiyat uygunluğu ve çevresel faktörler ön plândadır. Bu
yüzyılda ülkelerin enerji sağlama güvenliklerini sürdürebilme istekleri, dış
politikalarını yönlendiren önemli bir etken olacaktır. Bunun yanında terör
eylemlerine karşı alınacak önlemler, bölgesel çatışmalardan uzak durmak,
bölgede çıkarı olan gruplarla yapılacak mutabakatlar çok ama çok önemli bir hâl
almıştır. Her ne kadar dünya şu anda enerji rezervleri bakımından zor durumda
değilse bile, ülkeler kendi rezervlerinin yanı sıra yeni kaynak
arayışlarındadır. Burada da Ortadoğu petrollerine alternatif olarak ortaya
çıkan Hazar bölgesi, her geçen gün önem kazanıyor. Ülkeler, dev şirketler bu
bölgeden pay kapma yarışına girdiler. Özellikle ABD ve Rusya’nın bölge
üzerindeki tasarrufları, bölgeyle ilgilenen her ülke tarafından dikkatle izleniyor.
Bölgede adeta projeler, anlaşmalar ikiye ayrılmış durumdadır. Rusya’nın yaptığı
çalışmalar daha çok Karadeniz bağlantılı olurken, AB ve ABD’nin çalışmaları ise
Kafkaslar üzerinden oluyor.
Fakat, SSCB’nin dağılma sürecinden
sonra ortaya çıkan konjonktürde, Türkiye’nin bu dağılmanın etkisiyle ortaya
çıkan boşluğu dolduramadığı ortadadır. Bugün Rusya yeniden bölgesel güç olma
yönünde çok önemli hamleler yapıyor. Oysa, Türkiye’nin stratejik yeri, ona,
Orta Doğu ve Hazar Denizi bölgelerindeki önemli petrol üretim alanları ve
tüketici piyasaları arasında doğal bir “enerji köprüsü” kurduruyor. Türkiye’nin
Ceyhan limanı, gelecekteki Hazar petrol ihracı için olduğu kadar, şu andaki
Irak petrol ihracı için de önemli bir çıkış noktası olarak görünüyor.
Enerji güvenliği, Avrupa
Birliği’nin de çok hassas olduğu, ortak bir sorun durumundadır. AB ülkeleri
için, etkili bir dış enerji politikasının geliştirilmesi, temel enerji
çıkarlarını korumaya yönelik girişimlerin artırılması, üretici, tüketici veya
geçiş bölgesindeki üçüncü ülkelerle ortaklıkların kurulması ve işbirliği
olanaklarının derinleştirilmesi için beraber hareket etme zorunluluğu, ortak
payda haline getirildi. AB’de doğalgaz tüketimi hızla artmakta olup, 2030
yılına kadar da enerji kaynakları içindeki oranı yüzde 23’den yüzde 32’ye
çıkması bekleniyor.
Bu arada Irak’taki petrol
kaynaklarına ulaşan ABD, şimdi de Afganistan’da petrol keşfetti. ABD’nin
İran’la ilgili planları, savaş çıkması ihtimalleri, tüm dünya tarafından
yakından takip ediliyor. Irak ve Afganistan’da yapılan müdahalelerin İran’a
yapılması zor görünüyor. İran, bölgede Rusya’ya yakın bir politika izliyor. Bu
da ABD’nin Orta Asya ve Kafkaslar’daki politikasını sınırlandırıyor. Ancak, son
dönemde de en çok konuşulan konu, ABD’nin ve İsrail’in, İran’a saldıracağı
yönündedir. Bölgede Arap devletlerinin tarihin en büyük silah anlaşmalarını yapmaları
da, buna işaret olarak değerlendiriliyor.
Rusya, bölgede eski imparatorluğunu
sürdürme düşüncesindedir. BTD ile arasında ekonomik bağları sürdürmekte,
Ukrayna ve Gürcistan’la sorunlarını çözmeye çalışmaktadır. BDT ülkeleri ise,
bir yandan kalkınma hızlarını artırmak istemekte, diğer yandan da herhangi bir
ülkenin egemenliği altında görünmek istemiyorlar. Oysa, hem ABD, hem de Rusya,
bu bölgeye el altından müdahale etmeye devam ediyorlar. ABD, devrimlerle
yönetimleri değiştirmeye çalışarak, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla
halkın bilinçlenmesini sağlıyor. Rusya’nın Azerbaycan ve Türkmenistan enerji
arzını satın almaya çalıştığı gözden kaçırılmamalıdır. Nükleer teknolojinin
İran’a aktarılmasında yardım eder görünmekte ancak tüm teknolojiyi de
vermeyerek İran’ın nükleer silahlanmasının kontrolünü elinde tutuyor. Ayrıca Rusya,
Ukrayna ile geçmiş yıllarda doğalgaz konusunda yaşadığı sorunları göz önüne
alarak, Güney Akım gibi projelerle Ukrayna’yı devre dışı bırakıyor. Bununla, Avrupa’nın
en büyük enerji tedarikçisi ülke olma özelliğini korumak istiyor.
Bütün bu stratejik plânların
ortasında yer alan Türkiye için, AB’nce kabul edilen ’20-20-20’ inisiyatifinin,
en iyi öngörü olduğunu söyleyebiliriz. Yani Türkiye de, AB gibi 2020 yılı için
sera etkisine yol açan gaz emisyonlarını yüzde 20 azaltmaya çalışmalı, enerji
verimliliğini yüzden 20 artırmalıdır. Bu arada yenilenebilir enerji
kaynaklarını da yüzde 20’ye çıkartmaya çalışmalıdır. Petrolün enerji
diplomasisindeki artan payı ve fiyatları göz önüne alınmalı, yeni ve ekonomik enerji çeşitliliği ve
güvenliği için, Ar-Ge çalışmalarına önem verilmelidir.
Ülkemiz enerji taşıma ve depolama
alanlarında yatırım olanakları ile bölgesinde jeostratejik enerji merkezi
olmaya adaydır. Türkiye’nin enerji kaynaklarına sahip olmaması, onu ancak
transit ülke olma durumunda bırakmaktadır. Çünkü ne Rusya, ne Azerbaycan, ne de
İran, kendi enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden dağıtılmasına / satılmasına
izin vermiyorlar. Bu durumda Türkiye ancak transit ülke konumunda, yapılan
anlaşmalarda hem maddi hem de stratejik olarak alabileceğinin en fazlasını alma
yoluna gitmelidir. Ancak bunu yaparken de, önemini fazla abartmamalı, her zaman
alternatif çözümler olabileceğini unutmamalıdır. Ayrıca Türk şirketleri de,
yapılan anlaşmaların şartları neyi gerektiriyorsa bunlara harfiyen uymalı,
güvenilir ülke olmayı hedefleyen Türkiye’nin prestijini zedeleyecek
hareketlerden kaçınmalıdırlar.
Türkiye’nin, son dönemdeki
gelişmeler ışığında bölgede dikkat etmesi gereken 4 temel konu:
-
ABD ve İsrail’in İran’a saldırması durumunda alacağı pozisyon,
- Rusya ile enerji anlaşmaları
yaparken, ABD’nin son dönemde bölgedeki strateji değişimlerini takip etmek,
- AB’nin henüz yapılanan enerji
politikasında güçlü ve güvenilir bir yer edinmek,
-
Aşırı doğalgaz alımı yapmamaya ve depolama imkânlarını artırmaya da
dikkat etmek,
olmalıdır.
Türkiye, tüm bunları yaparken, bölgesel
olarak, enerji arz güvenliğindeki konumunu ve önemini de, yüzde 100
artırmalıdır. Bunu da, yapılan enerji anlaşmalarının ya içinde yer alma ya da
destek verme plânlamasıyla, yapabilir. Ancak bu sayede, 21. Yüzyılın “Avrasya
Enerji Koridoru” olma konumuna kavuşabilir.
|
|
|
|
|
|
|